Ben, Osmanlı tahtının bir adayı olarak genç yaşta Amasya’ya gönderildim. “Şehzadeler Şehri” diyorlar buraya, ne de olsa benden önce de nice şehzade bu topraklarda yönetim sanatı öğrenmiş. Ama Amasya, benim için yalnızca bir eğitim yeri değil; aynı zamanda her köşesiyle hayranlık uyandıran, insanın ruhunu besleyen bir şehir oldu.
Bugün, elimde şu “selfie çubuğu” denilen âletle dolaşıyorum. Kendi çağımda böyle bir şey olsaydı, muhtemelen ustaların minyatür çizimleri kadar popüler olurdu. Ama şimdi, teknolojinin nimetlerinden faydalanarak kendimi ve Amasya’nın güzelliklerini ölümsüzleştiriyorum. Bakın şu çektiğim kareye: Arkada Harşena Dağı yükseliyor, dağın eteğindeyse o muhteşem Kral Kaya Mezarları. Tarihe dokunur gibi hissediyorum.
Sonra Yeşilırmak’ın kenarına gittim. Su sakin bir şekilde akıyor, etrafı tarihi Amasya evleri süslüyor. “Şehzade Amasya’sında huzurlu bir gün” notuyla bir selfie daha çektim. Kim bilir, belki bu kareyi torunlarıma göstermek için saklarım!
Ferhat ile Şirin’in aşkına konu olan dağların eteklerine vardığımda, durup düşündüm: Eğer Ferhat, Şirin’e kavuştuğu bir anda selfie çekebilseydi, o anı dünyaya haykırmak ister miydi? Belki de bir şiirle yetinirdi, ama ben yine de bir şehzade olarak bu dağların fonunda bir fotoğraf çektim.
Amasya, sadece bir şehir değil, geçmiş ve geleceğin buluştuğu bir yer. Şimdi elimdeki bu telefonla tarihle bugünü birleştiriyorum. Bir yandan Osmanlı’nın değerlerini öğreniyor, diğer yandan bugünün dünyasına ait izler bırakıyorum. Belki de yüzyıllar sonra birileri benim çektiğim bu fotoğraflara bakar ve der ki: “İşte, o dönemlerin modern şehzadelerinden biri.”
Amasya’da olmak, tarihin tam ortasında modern bir gezgin olmak gibi. Ve ben, şehzadeliğin hakkını verirken, her anımı bir selfie ile ölümsüzleştirmekten çekinmiyorum!