Ben, Teşup… Kuzey Mezopotamya’nın ve Anadolu’nun gürleyen sesiyim; fırtınaların, yıldırımların, bereketin ve adaletin tanrısıyım. Çiviyazılı metinlerde Hurri halkı bana Teşup der, Hatti diyarında ise Taru olarak bilinir adım. Ben, göğün ve yeryüzünün krallığını elinde tutan, adaletin ve düzenin bekçisi olan Teşup’um.
Kummia kentinde hüküm süren bir kralım ben; ama yalnızca taşlardan örülmüş bir tahtta değil, gökyüzünde de hüküm sürerim. Hatti ülkelerinin efendisi, Nerik kentinin fırtına tanrısı olarak, yağmuru ve rüzgarı insanlara ulaştırırım; çünkü bereket, halkların refahı için fırtına ve yağmurun kudretini taşımalıyım. Savaşların ve zaferlerin ardındaki gücümle kralların bile diz çöktüğü bir otoriteyim.
Eşim Hepat, tahtımın yanında benimle beraber yüceltilir; oğlum Şarruma ise dağların kudretini temsil eder ve ardımdan izimi taşır. Ailem, gücümü ve tanrısal hanedanlığımı destekler; her birimiz, yeryüzüne ve gökyüzüne kendi kudretimizi işaret ederiz.
Ve bu kudretim, bronzdan dökülen bedenimle, Amasya’da, bugün bile insanlarca izlenmektedir. Benim heykelimdir o; mağrur, genç bir erkek olarak görünürüm. Başımda boynuzlu bir konik külah var. Boğalarım –Seri ve Hurri– yanımdadır, bana hem doğanın döngüsünü hem de insan hayatının dengesini hatırlatırlar. Boğalarım benim fırtınaları, gücümü ve kudretimi taşır.
Zamanın sayfalarına işlenmiş Kumarbi Destanı’nda, babam Kumarbi’den doğduğum anlatılır. O ise krallığımı kıskanıp beni devirmek istedi, devasa bir taş olan Ullikummi’yi üzerime gönderdi. Fakat ben, her savaştan zaferle dönen bir tanrıyım; doğanın ve insanların gözbebeğiyim. Gökyüzü titreyip, bulutlar parçalandığında; bilin ki fırtınaların efendisi, Teşup, varlığını duyurmaktadır.