Mumyalar

Ben, Cumudar Bey. Amasya’da hüküm sürerken, İlhanlı Hanedanının bir üyesiydim; babam Yeşmut Han, İlhanlı Hükümdarı Baydu Han’ın kardeşi, Hülagu Han’ın oğluydu. M. 1294’te, Moğol topraklarının Anadolu’daki idaresi bana emanet edilir, genç ve hevesli bir liderdim ancak işler hiç de planladığım gibi gitmedi. Sultan Gazan Han, benim çalışmalarımı ve kararlarımı yeterli bulmayarak bana olan güvenini kaybetti, sonunda bu durum hayatıma mal oldu. Acı bir sonla bu dünyadan ayrılmak. Bedenim burada, Amasya’da, Cumudar Türbesi’nden alınıp müzeye getirildi. Boyum 1,73 cm; en sağlam mumyalardan biri olarak tarihe tanıklık etmeye devam edeceğim. Ne yazık ki sol kolumu kaybettim. Bir zamanlar Anadolu topraklarını yapılandırmayı sağlayan bu beden, şimdi sessiz bir tanık olarak burada duruyor; ruhum ise yaşadığım çağın yansımalarını yaşıyor.

Ben, İşbuğa Noyin. Tatarların Tutuklayut boyundan, Horasan’dan gelen bir aileye mensubum. Babam, Abışka Salin Noyan’dır; ben ise Gazan Han’ın emrinde, 1299-1304 yılları arasında İlhanlı, Anadolu’daki komutan olarak görev yaptım. Yirmi Yıl boyunca Anadolu nazırlığını üstlendim ve 1316’dan sonra artık bu toprakların bağımsız hakimi oldum. Anadolu’nun kadim diyarında geçen bir ömürdür benimkisi; savaşlar, zaferler ve ihanetlerle dolu. 1320 yılında, hayatımın sona erdiğinde, geride kalan yalnızca anılar değil, bu mumyalanmış bedende kaldı. Boyum 1,83 cm; Başım, vücudundan kopmuş halde olsa da, buradayım. Zaman içinde bedenim yıprandı; Kaburgalarımın bazı kısımları halsiz görünüyor, sol kolum ve sağ elimin parmakları eksik. 1952’de büyük bir taşkın olduğunda, yüksek bir yerde bulunduğum için fazla zarar görmedim. Şimdi burada, sırt üstü uzanırken, Anadolu’nun bir dönemine tanıklık eden bir gölge oldum.

Ben, İzzeddin Mehmed Pervane Bey. Babam Amasyalı Muînüddin Süleyman Pervane Bey’dir. Devletimizin kudretli günlerinde Anadolu Selçuklu Devleti’nin mühim adamlarından olan babam, uzun süre devlet işlerini yönetti; halkımızı korumak, Selçuklu topraklarını Moğol baskısından uzak tutmak için elinden geleni yaptı. Ancak devrimizde Moğol tehdidi tüm Anadolu’yu sarmış, halkımızın özgürlüğü için umut ışığı arar olmuştuk. 1276 yılında, bu tehditlere karşı babam Mısır Sultanı Baybars’ı Anadolu’ya davet etti. Sultan, Kayseri’ye kadar gelerek Moğol güçlerini bastırdı. Ancak, Sultan Baybars’ın geri çekilmesiyle Moğol hanı Abaka tekrar topraklarımıza saldırdı. Çoğu Türk’ü kılıçtan geçirdi; babam da Moğol hükümdarına sadık olmadığı gerekçesiyle idam edildi. Bu acı kayıp, bizim neslimize büyük bir ağırlık bıraktı. Ailemiz, babamızın başlattığı mücadeleyi devralarak Amasya’da hüküm sürdü. Bana gelince, 1296 senesinde İlhanlı hükümdarı Gazan Han’ın buyruğuyla Amasya valiliğine getirildim. Halkımın sevgisiyle burada hüküm sürerken, ailemi koruyarak vazifemi sürdürmeye çalıştım. Ancak Moğollar, bize karşı bir komplo içinde olduğumuza inanarak arkamızdan fesatlar çevirdiler. Nihayetinde, 1297 senesinde, karım, cariyem, iki kız ve bir erkek evladımla birlikte hain bir suikastin kurbanı olduk. Amasya’da can verdik; ama bedenlerimiz Amasya halkının ellerinde ebedi bir huzura kavuştu. Şimdi Amasya Müzesi’nde sergilenen bedenimin bozulmuş haline bakanlar, yalnızca bir mumya değil, bir direnişin, bir ailenin ve halkının acısına şahitlik eder. Evet, bu topraklar uğruna can verdim; halkım, cesedimi mumyalayarak bizleri yaşatmaya devam etti. Amasya halkına olan sevgim ve sadakatim, belki de bugüne kadar unutulmamamın sebebidir.

Ben, İzzeddin Mehmed Pervane Bey’in cariyesi. Bu topraklarda onun yanında, sadakat ve sevgi ile yaşarken, her daim gözüm çocuklarımızın üzerindeydi. O zor zamanlarda, her şeyden çok onları koruma güdüsü içimde büyüyordu. Efendimle birlikte, bu toprağa, bu halka kök saldık. Ancak kader, bizi Moğolların hışmına uğrattı. Onların fesat ve kuşkuları sonucunda hep birlikte feci bir şekilde can verdik. Şimdi, bedenim müzede, efendimle yan yana teşhirde. Yeşilırmak’ın taşıp tahrip ettiği bedenimiz, halkımıza ve tarihe sessizce şahitlik ediyor. Çekilen acıların, akan gözyaşlarının ve fedakârlıkların sembolü olarak burada, Amasya’nın kalbinde huzur bulmayı bekliyorum.

Ben, İzzeddin Mehmed Bey’in küçük çocuğu… Dünyayı henüz tanımadan, hayata doyamadan bu sonla karşılaştım. Gözlerimi kapatmaya fırsat bulamadan, dehşet dolu bir sessizliğe gömüldüm. O an öyle bir hızla gelip geçti ki, şimdi dahi gözlerim yarı açık gibi duruyor. Yüzümde çocukça bir masumiyet, içimde ise hiçbir zaman doyasıya yaşayamadığım bir dünyanın burukluğu saklı kaldı. Şimdi buradayım, müzede babamın yanında… Belki de yüzüme bakanlar, çocukluğumun ve gençliğimin çalındığı o talihsiz anı görür.

Ben, babamın biricik diğer evladı… Küçücük bir bedende saklı kalan büyük bir acıyım. Sol kulağım hâlâ yerinde, ama gözlerim bomboş; bir gün göreceğim onca şeyi asla göremeden, çocukça rüyalarımda saklı kaldı hepsi. Sol kolum hariç, bedenim bu hâlde kaldı. Karanlık çökerken, bizi bu hayattan koparan acı dolu anı yaşamaktan başka bir şey gelmedi elimden. Ağızım açık kaldı; belki de haykırmak ister gibi, ama artık ne ses var, ne de bir nefes. Herkesin baktığında hissettiği masumiyet, benim yarım kalmış hayatımın ifadesi.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top